Ari Aster'in ikinci filmi Midsommar'ı sonunda fırsat bulup izleyebildim. Sinemada izlemek istiyordum aslında ama Kadıköy Sineması 23:00 seansında gösterdi bir süre. Sonra da öğlen matinesine aldı. İkisine de gitmek istemedim. Gece seansı hem saat olarak uymuyor hem o saatte korku filmi izlemeye cesaret edemedim.
Filmin açılış sahnesindeki resimde senaryonun özetini gördük aslında. Solda kara kış ve ölü ailesinin ortasında Dani, sağda ise filmin iskeleti ve yaz. Aslında tam olarak filmin olayı burada yatıyor. Filmi izlerken bazıları belki olayların akışına kapılıp unutmuştur o an için ama filmin her karesinde Dani'nin ailesini bir cinayet-intihar yüzünden kaybettiğini ve bununla başa çıkamadığını hatırlamak gerekiyor. Kız kardeşi kendini öldürdü ve yanında ailesini de götürdü. Filmi de Dani'nin davranışlarını da bunun yarattığı derin travma üzerinden okumamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Film genel olarak fazlasıyla şiddet içeriyor. Ancak bu şiddet ayinsel bir sadizm olarak adlandırılabilir. Farkı ne diye soracak olursanız, genelde gore sahnelerde kurban veya fail bunun hissettirdiklerini gizlemez. Yani sadist fail aldığı zevki veya rahatlamayı belli eder, kurban ise doğal olarak bu durumdan kurtulmak için çabalar. Midsommar'da ise sadizm bir ritüel dahilinde yapılıyor. Filmin ilk kırılma anını hatırlayın; yaşlı kadın ve erkek uçurumdan atladı. Adam ölmediği için kafasını çekiçle dağıttılar. Bu sahnedeki olayların törensel boyutu olmasaydı hem filmdeki karakterler için hem izleyiciler için hissettirdiği duygu daha farklı olurdu. Midsommar'da aşırı derecede şiddet içeren birçok sahne var. Ancak törensel hava hiçbir zaman bozulmuyor. Misafirler dışında kimse bunun dışında hareket etmiyor. Kontrolünü kaybedip kendini şiddetin çekiciliğine kaptıran birini görmüyoruz. Hatta sonunda misafirler de ritüellere dahil oluyor ve ayak uyduruyor. Dani dünyadaki kendi yerini Mayıs Kraliçesi olarak buluyor. Film boyunca yüzünün güldüğünü görmediğimiz kadını filmin sonunda ağzı kulaklarında görüyoruz.
Filmde detaylar ve görsel sanatlar resmen sel olup taşmış. Baktığınız her yerde ince ince işlenmiş detaylar görüyorsunuz. Christian'ın Siv ile konuştuğu sahne dikkatinizi çekmiştir. Duvarın her köşesinde ince ince işlenmiş çizimler var. Aynı zamanda yatakhanede de duvarda çizimler görülüyor. Komünde kullanılan giysiler, Mayıs Kraliçesi'nin kostümü, insanların çektiği fayton, her şeyi tek tek saymak istiyorum ama gerek yok. Gözlerimiz bayram ediyor filmdeki her kare sayesinde. 8 sayısı da çokça kullanılmış. 8'in böyle karşımıza çıkması da yan yatmış halinin sonsuzluk sembolü olmasından. Harga'da yaşanan hayatta sonsuzluk kavramının önemi büyük. Ölüme bizim gibi bakmıyorlar. Çünkü biz ölümden sonra bir şey olmadığını düşünüyoruz. 9 sayısını da görüyoruz. Ona bir şey uyduramadım.

Dışarıdan gelen insanların seçenekleri belli: ya gidecekler ya kalıp bunun nereye doğru ilerlediğini görecekler. Yönetmen bunu çok güzel bir detayla ayarlamış. Dışarıdan sadece Pelle ve Ingemar'ın getirdiği arkadaşları var. Ingemar'ın arkadaşları attestupa törenini görür görmez gitmek istiyorlar ve sonları iyi olmuyor. Bunu görmemiz şu açıdan iyi; "abi kaçın gidin oradan" diye düşünmemizi ve her detayı inceleyip "aha şurada el arabası var Dani ablam sen ona atla Christian da sürsün kaçın hadi" gibi düşüncelerle sürekli aklımızın bulanmasını engelliyor. Çıkış yok. Nereye kadar gittiğini ve gideceğini göreceğiz yani.
Filmin gerçekle en sıkı bağlandığı yerlerden birisi uyuşturucu kullanımı. Harga'daki herkes hem uyuşturucu kullanıyor, hem de narkotik maddeler konusunda bilgililer. Bu detay olmasaydı filmin gerçeklikle bağını biraz daha zayıf bulabilirdi izleyiciler. Çünkü bu yaşam tarzının içerisinde doğup büyüyen bir insan bile ayık kafayla bazı şeylerin birazcık da olsa yanlış olduğunu düşünebilirdi. Ancak Harga halkının doğa ile iletişim kurma şeklinin birincil yolu felsefeden çok uyuşturucuymuş gibi görünüyor.
Christian'ın kekinden kasık bölgesi kılı çıktığı sahnede içeceği de daha koyu, nedeni muhtemelen adet kanı karıştırılması gibi bir şey. Ta o zamandan beri çiftleşme ayini için seçildiği belliydi. Ensest hakkındaki sorusuna "arada dışarıdan gen karışıyor" şeklinde aldığı cevap böyle bir şey olacağına işaret ediyordu. İsveçlilerin neden bu kadar güzel göründüğü hakkındaki konuşmada "Vikingler gittikleri yerden en güzel kadınları getirirlermiş" diyorlardı. Harga'ya bakınca anlaşılabilecek bir etnik homojenlik var. Burada o dışarıdan karışacak kanın büyük ihtimalle Christian olacağı anlaşılabilir. Josh olmayacağı kesin. Çünkü komünde hiç siyahi biri yok. Törende dört tane dışarıdan gelen, dört tane de Hargalı kurban edileceği söylendi. Pelle iki yerde ailesinin yanarak öldüğünü söylemişti. Onun ailesi de zamanında kurban edilmiş olabilir. Aslında Dani'nin Mayıs Kraliçesi olması aslında oradaki ritüeli çok da etkilemeyecek şeydi. Pelle başta geleceğini bile düşünmüyordu. Dört kişi kurban edilecekti, birisi soyu çeşitlendirmek için damızlık olarak kullanılacaktı. Bu durumda ben Dani için özel bir yer göremiyorum. Ama Dani'nin kendisi için iyi oldu. Ailesini kaybetmeyi aştı ve kendini mutlu hissedeceği bir yer buldu. Aslında Dani'nin her zaman istediği tek bir şey vardı sanırım: koşulsuz bir şekilde sevilmek. Christian'ın yer yer mesafeli tavırları ve yeterince destekleyici olmayışı onu duygusal anlamda zorluyordu. Kardeşiyle olan ilişkisi de keza öyle. Oysa Harga'da, Mayıs Kraliçesi olduğunda sevilmenin nasıl bir his olduğunu sonunda tattı. Sürekli histerik şekilde ağladığını gördüğümüz kadını gülerken gördük. Christian onun bildiğimiz dünya ile olan son bağıydı. Onu başkasıyla birlikte olurken gördü, bunun sonunda ağlarken yeni kardeşlerinin de onunla birlikte ağladığını fark etti. O andan itibaren Christian'ı kurban etmemesi için bir sebep yoktu. Filmin temelindeki çatışma, en azından kahramanımız Dani'nin çatışması bağlanmak, ait olmaktı. Dani ailesi ile çok da yakın değildi. Christian ile olan ilişkisi muhteşem ilerlemiyordu. Christian ve arkadaşlarıyla olan ilişkisinde hep fazlalık olarak görülüyordu. Ama Harga'ya "ait oldu".

Bu film hakkında fikrini belirtirken The Wicker Man'i anmayanlar hakkında soruşturma başlatılıyor sanırım. Aman başıma bir iş gelmesin diyerek ben de Wicker Man'e değineceğim. Ben bu filmleri karşılaştırmayı iki filme de haksızlık olarak görüyorum. Arasında benim gördüğüm en net farkı söyleyeyim: Wicker Man'de filmin sonuna kadar bu pagan kültünü görmedik, yalnızca hissettik, sonunda ise bir patlama yaşadık. Midsommar'da ise kahramanlar Harga'ya girer girmez ortada bildiğimizden farklı bir yaşam tarzı olduğu, attestupa töreninden sonra da bu insanlar için şiddetin olağan olduğunu öğrendik ve filmin kalanını buna göre izledik. Birkaç noktada benzeşseler de ben ayrı filmler olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Wicker Man bir klasiktir. Özel bir filmdir. Midsommar'a haksızlık etmiş oluruz eğer bir karşılaştırma içine sokarsak.

Sonuç olarak ben memnunum izlediğime. Hereditary'yi izlemedim. Midsommar'ın yaşattığı deneyim yönetmenin diğer filmini de izlemem gerektiğini hissettirmedi bana ama tür ile ilgili bir durum bu.